Walker Amerika’da birçok sergi yaptı, ve henüz 27 yaşındayken (şu an 44 yaşında) MacArthur Vakfı’nın prestijli “genius grant” ödülünü alan en genç sanatçı oldu. Fakat aynı zamanda da tartışmalara sebep oldu. Walker’ın sergileri insanlarda çoğunlukla güçlü hisler uyandırıyor: geçtiğimiz günlerde Newark, New Jersey’deki bir kütüphane çalışanı, Walker’ın çizimlerinden birisi kütüphanede sergilenince çok öfkelenerek baş kütüphaneciden resmin üzerinin örtülmesini talep etmiş. Sanatçı MacArthur ödülünü kazandığında da kendisinden daha yaşlı birkaç Afroamerikan sanatçı (Betye Saar ve Howardena Pindell de bunlara dahildi) tarafından sertçe eleştirilmişti. “İki farklı eleştiri vardı” diyor Walker, “Birisi çalışmalarımla, onlara kimlerin baktığıyla ve benim izleyicilerin siyah insanlara dair sahip olduğu önyargıları beslememle alâkalıydı. Diğeri ise benim şatafatlı bir kişi olduğuma dairdi.”
Kara Walker birçok farklı malzeme ile çalışan ve ırk, cinsiyet, cinsellik ve şiddet gibi tartışmalı konuları irdeleyen Afroamerikan bir sanatçı. Walker en çok silüetleri kullanması ile biliniyor; bu silüetler sanatçının oda-boyutunda enstalasyonlarında, heykellerinde ve kağıt üzerine yaptığı daha küçük çalışmalarında yer alıyor.
Kara Walker, enstalasyonlarında, filmlerinde, duvar yazılarında ve desenlerinde, ilk bakışta eski moda ve oldukça çekici görünen imgeler kullanıyor – çalışmasının ismi de aynen öyle: “Kölelik! Kölelik! Pitoresk Güney Köleliğine MUAZZAM ve GERÇEK GİBİ Panoramik Bir Yolculuk veya ‘Eski Virginia Çukurundaki Yaşam (Tarla Yaşamından Eskizler)’ Ayrıcalıklı Kurumları Hiç Görmediğiniz Şekilde Görün! Özgür Bırakılmış Zenci Bir Kadın ve Yaptığı İşte Öncü Olan Kara Elizabeth Walker’ın Becerikli Elleriyle Tamamı Siyah Kağıttan Kesildi (1997) [Slavery! Slavery! presenting a GRAND and LIFELIKE Panoramic Journey into Picturesque Southern Slavery or “Life at ‘Ol’ Virginny’s Hole’ (sketches from Plantation Life]” See the Peculiar Institutions as never before! All cut from black paper by the able hand of Kara Elizabeth Walker, an Emancipated Negress and leader in her Cause].
Siyah çocukların, ozanların ve umursamaz kölelerin köle çağındaki en göze batan klişelerini kalıcılaştırmaya çalışan dramatik duvar resimleri yapan sanatçı, özellikle kadın figürlerini cinsel bakımdan alçaltıcı, huzursuz edici pozlarda düzenliyor. Walker bu senaryoları, Anne Kaz illüstrasyonları ve Viktorya dönemi portre gölge resimleri gibi kökenlerini bilinçli bir biçimde yansıtan kesik gölge resimler olarak sunuyor. Sanatçının benimsediği bu format, resimlerin edepsiz içeriği ile sunumun iyi çağrışımlar yapan biçimi arasında özgül bir kopukluk doğuruyor. Walker linç, dayak ve tecavüz sahnelerini uyumsuzca bir kaygısızlıkla takdim ediyor. Örneğin Danse de la Nubienne Nouveaux’da (1998), genç bir köle kız, bir sirk oyuncusunun coşkunluğuyla bir yamyamın kazanına dalarken betimlenir. Başka çalışmalarda çok büyük gösterilen Afrikalı erkeğe ya da kocaman kalçaları olan Afrikalı kadına dair cinsel klişeler vurgulanmaktadır. Yine de bu çalışmalardaki resimler, dehşet ya da öfke yansıtmak yerine, kargaşa, anarşi ve müstehcenliğe karşı tuhaf bir çocuksu hayranlık duyulduğu sezdiriyor. Bu, arzu edilen medeni hareketin önündeki bütün engellerin kaldırıldığı, geride de sadece iğrenç ve en aşağılayıcı hayvani güdülerin kaldığı bir dünyadır. Bir Afro-Amerikalı olarak Walker, bu resimleri beyaz bir sanatçının beceremeyeceği şekilde geliştirmekte özgürdür. Nefret dolu klişeler onun ellerinde, resimlerin hangi yollarla denetim araçları haline geldiğini değerlendirmenin verimli sahalarına dönüşürler.
Walker’ın çalışmaları, Afro-Amerikalı bedenin baskı sistemleri içinde tutsak olduğunu düşündürür. Bu temayı sanatına katmış olan Lorna Simpson, ilkin 1980’lerde kısa metinleri, biçimsiz siyah görünümleriyle siyah kadınların kasten düzleştirilmiş fotoğraflarıyla birleştiren çalışmalarıyla ünlenmişti. Bu ‘anti-portreler’ yalnızca insanların sırtlarını gösteriyor ve genellikle seri resimler şeklinde sunuluyorlardı. Resme ek metinler de, siyah kadının Amerikan toplumundaki görünmezliğine işaret ederek, fotoğraftaki kadın hakkında bize bilinçli olarak hiçbir şey anlatmayan, ‘kömür kadar siyah’ ya da ‘bir resim kadar güzel’ şeklindeki bir deyiş ya da yaygın klişelerden biraz daha fazlasıydı. Guarded Conditions’da (1989) elleri arkasından bağlı olan bir siyah kadının birkaç tekrar yan yana konan arkadan görüntüsüne eşlik eden, Afro-Amerikalı kadınların çifte zayıflığını gösteren ‘seks hücumdur’ ve ‘deri hücumdur’ şeklindeki yazılardı. Simpson daha sonraki çalışmalarında, Afrikalı Amerikalıların deneyimleriyle bağıntılı özel beden detaylarına odaklanmıştır. Özel olarak da Afro-Amerikalı kimliğinde bir statü sembolü olarak şaşırtıcı derecede geniş bir akademik literatüre ilham vermiş bir konu olan siyah saçla ilgili oldukça klinik tanımlar ortaya koymuştur. Başka çalışmalarında da yüksek topuklu ayakkabılar gibi nesnelere eğilerek kadın bedenini konu almaktadır. Burada vurgu, kadınların kadınsılık adına başvurdukları ustaca numaralardır. Yer yer beden tamamen ortadan kalkar ve sadece esrarengiz geçitlerde ve sokak sahnelerinde yokluğunu belli edercesine ortaya çıkar. Beden 17. Yüzyıla ait bir mekânda ve modernist bir evde filme çekilen Corridor (1993) gibi videolarda geri dönmüştür. Bu iki kanatlı projeksiyon, aynı siyah iki genç kadının iki ayrı dönemin giysileriyle iki ayrı evin çağlarına göre gündelik işleri yerine getirmesine odaklanan bir anlatı sunmaktadır. İki ayrı çağ birlikte düşünüldüğünde, zamanların değiştiği fakat toplumsal cinsiyetlere özgü kalıpların değişmediği vurgulanmış olmaktadır.
Walker en çok da savaş öncesinde güney’deki ırk ilişkilerini tanımlayan ve bugün de devam etmekte olan stereotipleşmeyi sorgularken kışkırtıcı oluyor. Sergisindeki en büyük oda, “duvar numuneleri” ile kaplı: kağıttan kesilmiş silüetler, figürleri vahşi yahut abartılı eylemler esnasında betimliyor: aşırı büyük bir fallusa oral seks yapmak üzere eğilen bir adam; geniş etekli bir elbise giyen ve elinde kesilmiş bir kafa taşıyan kadın. Buradaki niyet, bize sadece siyah insanların kültürel sunumlarını (Walker’ın da işaret ettiği gibi, figürlerin bazılarına bir çimdik “minstrels and blackface” [halk ozanları ve siyah maske] esinlenmesi mevcut) değil, aynı zamanda ten renginin bir insanın fiziksel özelliklerini ve davranışını nasıl tanımlayabileceğini sorgulatmak.
Walker çalışmalarında incelediği ırkçı tarihsel tavırlar ve şimdiki olaylar arasında benzerlikler görüyor. Sanatçı geçen sene, kızıyla birlikte, yaşadığı Brooklyn’den güney eyaletlerine doğru bir karayolu yolculuğu yaptı. Yolda uğradıkları restoranlarda beyaz adamlar onlara “20 saniyelik bakışlar” attı. Bir pansiyon havuzunda yüzerken diğer (beyaz) insanların aniden kayboluşuna şahit oldular; Walker küçük bir kızın babasına “burada hiç zenci olmadığını sanıyordum” dediğini duydu.
Diğer yandan ise Tea Party hareketinin yükselişi ve Obama’nın ten rengiyle ilgili tatsız saplantı söz konusu. “Çift ırklı bir başkana sahip olma konusunda çok fazla şüphe var,” diyor Walker, “Obama’nın dünya önündeki varlığı konusunda da rahatsızlar – Tea Party’nin uç bir grup olarak gösterilmiyor olmasını da rahatsız edici buluyorlar. Siyah bir adam olarak Obama’nın söyleyeceği veya yapacağı hiçbir şey onları memnun etmeyecek.”
Walker artık çalışmalarını gören izleyicilerin rahatsız olmasına alışmış; üstelik rahatsızlığın sebebi sadece çalışmaların ırk ve kimlik hakkında konuşmaya cür’et ediyor olması değil, aynı zamanda bu türden izleyicilerle de alay ediliyor olabileceği gerçeği. “İnsanların midesini bulandırıyor” diyor Walker, “ve bu mide bulantısı hissini seviyorum.”