Tarihsel bir dönem olarak tanımlanan postmodernizm sonuna mı geldi yoksa içinde yaşadığımız dönüşlü bir modern dünya mıydı tartışmalarının kıyısında olsak da postmodernizm kültür terminolojimize çoktan girmiş ve hatta sonu bile ilan edilmiştir.
Sanatsal ve mimari uygulamaların yer değiştiren konumlarının, kültürel değişimler ışığında izini süren, önemli bir yayın, Hal Foster’ın “Sanat Mimarlık Kompleksi” adlı kitabı Türkçe’ye çevrildi. İletişim Yayınlarının Sanat Hayat dizisi kapsamında dilimize çevrilen bu kitap serinin diğer kitapları gibi önemli kuramsal tartışmalara yeni açılımlar getiriyor. Sanat ve mimarlık arasındaki ilişki, elli yılı aşkın bir süredir, sanat pratiklerinin mimariyle, mimari uygulamaların sanatla girdiği ilişki çerçevesinde kültürel ortamda ilginç bir karşılaşmayı ortaya çıkardı. Bu karşılaşma sanat kurumlarını etkilediği gibi daha geniş bir çerçevede şehirleri ve kültürel politikaları da içine alarak, sanat üretimleri bağlamında ekonomik, politik, teknolojik birçok parametreyi de yeniden düşünüp sorgulamamızı da olanaklı kılar. Tarihsel bir dönem olarak tanımlanan postmodernizm sonuna mı geldi yoksa içinde yaşadığımız dönüşlü bir modern dünya mıydı tartışmalarının kıyısında olsak da postmodernizm kültür terminolojimize çoktan girmiş ve hatta sonu bile ilan edilmiştir. Postmodern tanımlamasının, bir kültür terimi olarak ve /veya tarihsel bir dönem olarak, sanat ve sosyal bilimler alanlarına girmesinde Robert Venturi, Denise Scott Brown, Charles Jenks gibi mimarların katkısı büyüktür. Modernizmin aksine postmodernizm, mimarlari uygulamaların daha belirleyici olduğu tarihsel bir dönemdir. Belki de modernleşmenin mühendislerinin biraz geriye çekildiği bir noktada, mimarlar tekrar sanat pratikleri içindeki belirleyici konumlarını elde etmişlerdir. Sanat ve mimarlık arasındaki çizgi 1970’lerde özellikle Minimalizm anlayışının ortaya çıkışından sonra daha da girift hale gelir.
Yirminci yüzyılın baskın Yüksek Modernizm anlayışının birbirinden ayırdığı, heykel, resim ve mimarlık arasındaki ilişki ve 1970’lerden sonra değişmeye başlamış, sanatsal uygulamalarla mimari uygulamalar daha çok birbirine yaklaşmıştır. Ortaya çıkan bu disiplinlerarası ilişki, farklı sorunları ve yeni kültürel bağlamları da beraberinde getirir. Hal Foster’ın Sanat Mimarlık Kompleksi kitabı, ortaya çıkan bu yeni kültürel bağlamları ve problematikleri modernite kavramı etrafında tartışmaya açmaktadır.
Her ne kadar mimari örneklerde daha güncel uygulamalara yer vermiş, sanat pratikleri açısından daha uzak tarihli çalışmalara odaklanmış olsa da, Foster’ın “Sanat Mimarlık Kompleksi” kitabı, günümüz neoliberal ekonomi politikaları ve küresel gösteri kültürünün yarattığı etkiler üzerine yeniden düşünmek için önemli açılımlar sağlamaktadır.
Dwight Eisenhower’ın ordu-sanayi kompleksi tanımlamasını hatırlatacak biçimde bir başlık olan Sanat Mimarlık Kompleksi adı Foster’ında kitabın girişinde altını çizdiği gibi birçok göndermeyi içerir. Foster “kompleks” sözcüğünü başlıkta kullanmasının üç nedeni olduğunu belirtir. Bu nedenlerden ilki, “bazen sanatın bir zamanlar mimariye ait olduğu düşünülen mekana, bazen de mimarinin bir zamanlar sanata ait olduğu düşünülen mekana geçtiğini” düşünmesidir. İkinci olarak, kültürel olanın ekonomik olana tabi kılınmasıyla ortaya çıkan sanat-mimarlık bileşiminin yeniden tasarlanmaları bağlamında ordu-sanayi kompleksi veya ordu-eğlence kompleksi gibi tanımlamalara yakınlığıdır. Son olarak da, bir belirti olarak tıkanıklıklığı, imkan tanıdığı etkinlikler kadar engellediklerini ifade etmek amacıyla kompleks kelimesini kullanıyor.
İmaj üretmek ve mekanı biçimlendirmek tartışmaları ışığında Foster sanatsal ve mimari uygulamalar arasındaki ilişkiyi sorguluyor. İmge ve yüzey, yüzeysellik ve gösteri Foster’ın özellikle ilgilendiği konulardır. Sanatsal, mimari ve eleştirel hareketlerin çevresinde, Pop ve Minimalizm’in uygulamalarını ve etkilerini değerlendirir. Malzeme ve mekanla doğrudan fiziksel ilişki bağlamında Pop’un imgeyle olan ilişkisi, Minimalizm’le karşıtlıklar taşısa da bu iki yaklaşımın birbirine geçişi ve birbirini canlandırışı konusunda bu karşıtlıkları tartışır. 1960’lardan sonra imgenin kazandığı baskın dil nedeniyle bu ilişkinin gelişimini farklı örnekler üzerinden konumlandırır.
Giriş bölümü, uygulamanın formel dili ve çeşitli hareketleriyle, politik, teknolojik ilişkilerin kültürel ortamdaki yansımalarını anlatır. Sanatsal ve mimari uygulamalar arasındaki çağdaş ilişkinin tartışmalarını vurgular ve geniş bir zeminde bu kompleks karışımın geçerliliğinin ve kökenlerinin ikna edici yanlarını ortaya koyar. İlk bölümün üç ana başlığı “küresel stiller” üzerinden Richard Rogers, Norman Foster ve Renzo Piano’nun pratiklerini içerir. Bu mimarların bir dizi projesi üzerinden ikonografi, saydamlık ve mimari ifade üzerine yorumlarda bulunur.
Daha yakın tarihli mimarlardan Zaha Hadid, Diller Scofido+Renfro, Herzog & de Meuron çalışmaları incelediği ikinci bölümde, özellikle Diller Scofidio+Renfro’nun türler arasındaki ilişkiyi belirsizleştiren anlayışları dikkat çekicidir. DS+R’ın, mimarlık, görsel sanatlar ve sahne sanatlarını birbirine kaynaştıran işlerinde postmodern “melezlik” stratejisi önemli bir rol oynamaktadır. DS+R’ın mimari tasarımlarında, enstalasyonlarında ve performatif çalışmalarındaki disiplinlerarası yaklaşım birbirini destekleyen yaratıcı bir ortaklığa dönüşür.
Foster’ın sanat mimarlık kompleksi içinde en iyi kurduğu bağlantı sanat müzelerinin tasarımı üzerinedir. Londra’daki Tate Modern ve New York’taki Dia: Beacon özelinde ele aldığı eski endüstriyel binaların müzelere dönüştürülmesi bağlantısı, eğlence ve kültür, spor ve servisin postendüstriyel ekonomisinin anıtları olarak ifade etmesi önemlidir. Özellikle MOMA’nın 2004’te açılan yeni galerisi ve bunun için yapılan harcamaları dile getirdiği hafiflik ve bayağı kozmopolitlik kavramları ile ilişkilendirdiği bölümde tüketim kültürü ve gösteri dinamikleri üzerine epey sert bir eleştiri geliştirir. Minimalist müzeler başlığı altında ele aldığı Dia Sanat Kurumu ve Minimalist sanat uygulamaları ilişkisi, enstalasyonların sergilenme, korunma zorlukları, mimariyi dönüştüren yapıtlar ve yapıtı dönüştüren mimari mekanlar fikri, günümüz sanatını anlamamız bakımından önemli açılımlar sağlar. Foster diğer bölümde Richard Serra, Anthony Mc Call ve Dan Flavin’in çalışmaları içinde heykel, film ve resim uygulamalarını tartışır. Bu bölüm, Foster’ın önceki metinlerinde de derinleştirdiği sanat pratikleri incelemelerine dayandığı için kendi içinde bir zenginlik taşır. Fakat mimari ile bu yapıtlar arasındaki bağlantılar çok derinlemesine ele alınmamış gibidir. Çağdaş mimarlık açısından bazı şeyler yer değiştirmiş gibi görünmektedir. Yirminci yüzyılın büyük bir bölümünde mimari avangard tasarımlarını esinleyen felsefe, bilim ve teoriden faydalanmışlardır. Şimdi giderek artan bir biçimde sanat mimari uygulamaların başlangıç noktası haline gelmektedir. Guangzhou Opera Binası’nın mimarı Zaha Hadid, hemen bir ikon haline gelmiş, Rus ressam Malevich’ten esinlenmiş, High Line diye bilinen New York parkının mimarları, Diller Scofidio+Renfro, Marcel Duchamp’tan etkilenen bir çalışma yapmışlardır. Sanat ve mimarlık arasındaki bu karşılıklı ilişki Foster’a göre, mimari boyutta işler üreten bir çok sanatçının çalışmasına dönüşmüştür. Bu noktada Foster, daha genç bir jenerasyondan Cristoph Büchel veya Olafur Eliasson gibi sanatçılara odaklanmak yerine Richard Serra, James Turrel ve Dan Flavin gibi daha önceki bir döneme ait sanatçıların uygulamalarını merkeze alır. Her ne kadar mimari örneklerde daha güncel uygulamalara yer vermiş, sanat pratikleri açısından daha uzak tarihli çalışmalara odaklanmış olsa da, Foster’ın “Sanat Mimarlık Kompleksi” kitabı, günümüz neoliberal ekonomi politikaları ve küresel gösteri kültürünün yarattığı etkiler üzerine yeniden düşünmek için önemli açılımlar sağlamaktadır.