The Museum Hotel Antakya, antik kaynaklara göre Roma İmparatorluğu döneminde dünyanın dördüncü büyük kenti olan Antakya -eski adıyla Antioch- şehrinin merkezinde, Hristiyan dünyasının önemli hac noktalarından biri olan St. Pierre Kilisesi’ne yakın bir konumda bulunan yaklaşık yirmi bin metrekare büyüklüğündeki bir alanda yer alır. Arazi sahibi olan yatırımcının bir otel yapısı inşa etmek üzere bir başka mimarlık grubuna hazırlatmış olduğu projeye uygun olarak 2009 yılı sonunda başlattığı sondaj kazıları sırasında alanda çeşitli buluntularla karşılaşılır. Bunun üzerine devreye giren KVTVKK, (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu) yatırımcıdan bu alanda bir bilimsel kazı yapılmasını talep eder. Bu çerçevede arkeolog, sanat tarihçisi, restoratör ve mimarlardan oluşturulan bilim kurulu denetiminde başlatılan kazılar sırasında alanın büyük bir bölümünde farklı dönemlere ait çok önemli arkeolojik katmanlar ortaya çıkar ve eldeki otel projesinin inşa edilmesinin olanaksızlığı anlaşılır. EAA’nın bu projeyle ilişkisi bu aşamada bilim kurulunu oluşturan çeşitli akademisyenlerin tavsiye ve çağrısı ile başlar.
Antik çağa dayanan bir arkeolojik kazı alanının üzerine inşa edilen Antakya Müze Oteli’nin tasarım aşamasında, arkeolojik alanın kamusallığına karşın otelin özel kullanımından doğan ikiliği çözme süreci nasıl gerçekleşti?
Alanı neredeyse bütünüyle kaplayan buluntuların önemi, niteliği ve getirdiği kısıtlarla, otel gibi gevşetilmesi çok da mümkün olmayan bir programın oluşturduğu tansiyon, projenin öncelikle kavramsal, sonrasında da fiziksel çerçevesinin ana belirleyicisi oldu. Bu gerilim bir yandan konvansiyonel otel tipolojisini altüst eden bir yaklaşımı koşullarken diğer yandan da buluntuların restorasyonu ile devreye girecek olan bir kamusal müze fikrini ortaya çıkardı. Böylelikle oluşan özgün yapı programı, aynı alan üzerinde farklı sosyal sınıfların varlığına olanak tanıyarak, birbirlerinden beslenebilen özel ve kamusal kullanım olasılıklarının bir arada ve sorunsuzca yer alabilmesi fikrini pekiştirdi.
Eski ile çağdaşı iç içe geçiren ve prefabrike birimlere dayanan tasarımın malzeme seçimindeki kriterlerinizi anlatabilir misiniz?
Uzman ekiplerle yapılan yoğun koordinasyon neticesinde bir kısmı henüz açığa çıkarılmamış olan arkeolojik yapılar tüm ayrıntıları ile tespit edildi. Herhangi bir buluntunun olmadığı farklı noktalara ve arazinin ortasından geçen dere yatağının oluşturduğu boş alanlara güçlü kompozit taşıyıcı ayakların konumlandırılması, bu ayakların üzerine de buluntuların kotundan yaklaşık yirmi beş metre yükseklikte, tüm alanı koruyan bir çatı örtüsü yerleştirilmesi öngörüldü. Herhangi bir otel yapısında zemin katta bulunan lokanta, balo salonu, gece kulübü, spor salonu, yüzme havuzu gibi işlevler, Antakya’nın geleneksel yapı kültüründe de sıklıkla kullanılmış olan açık avlular ve peyzaj alanlarıyla birlikte bu çatı katında düzenlendi. Daha alt seviyede, kalıntıların yaklaşık on beş metre üzerinde ise çelik kirişlerden oluşan ızgara yapılı bir strüktürel sistem kurgulandı. Tümüyle arazi dışında üretilmiş olan prefabrike oda birimleri vinçler yardımı ile aralarında boşluklar bırakarak bu sistem üzerine yerleştirildi. Bir alt seviyede, yani kalıntıların yaklaşık on metre üzerinde, otel lobisi ve çeşitli oturma alanları tasarlandı. Tüm katlarda sürdürülen akışkan ve geçirgen plan yaklaşımı otel içindeki farklı noktalardan aşağıdaki arkeolojik alanın görünür kılınmasını sağladı.
Kazı alanında arkeolojik bulgular elde edildikten sonra tasarım programında büyük değişiklikler oldu mu? Tasarım programı hakkında kısa bilgi verebilir misiniz?
Kalıntıların birkaç metre üzerindeki seviye ise kentten gelen ana güzergah olan Kurtuluş Caddesi üzerinden kolaylıkla ulaşılan bir arkeoloji müzesi ve bir arkeopark olarak tasarlandı. Böylelikle alanın gerçek anlamda kamusal kullanıma açılması öngörüldü. Bu çerçevede kalıntıların konumlarına uygun olarak düzenlenen asma rampa ve köprülerden oluşan dolaşım parkuru, kalıntılara temas etmeden onların yakından izlenebilmesine olanak verdi.
Bir müze-otel işlevi mimari tasarım açısından hangi farklılaşan değişkenleri gündeme getirdi? Tarihi eserler ile mekanın diyaloğu ne şekilde ele alındı?
Tüm bu özellikleri ile The Museum Hotel Antakya’nın, içinde yer aldığı bağlamın olanak ve potansiyellerini sonuna kadar kullanan, özgün ve tek defaya özgü bir yapı olarak ortaya çıkarak bulunduğu coğrafyayı olumlu yönde etkilemesi, tasarım sürecinin başından sonuna dek gözetilen ana unsur oldu.
Ropörtaj: Özlem Kan