Siyah Beyaz Türkiye’nin en tanınan galerilerinden bir tanesi. 30 yıllık serüveni kısaca aktarabilir misiniz?
Siyah Beyaz 4 Şubat 1984’te Faruk Sade tarafından kurulan bir aile galerisi. Çekirdek ailenin işin başında olduğu ve her şeyi birlikte hallettiği bir yer. Kurulduğundan beri temel ilke çağdaş sanatı desteklemek. Aslında çok kişisel bir arzunun peşinden gitmiş olmanın hikayesi de diyebiliriz. Meslek olarak neyi seviyorsak onu yaptığımız; galericilik bakımından da, neyi beğeniyorsak onu gösterdiğimiz bir alan. Her şey bu kadar basit aslında. Faruk Sade Paris’ten döndükten sonra, orada tanıştığı insanlar dolayısıyla bir galeri açmaya karar veriyor. Siyah Beyaz önce tek kat olarak başlıyor. Bir tarafta bar, bir tarafta galeri var. 1984 Türkiye’sinde çağdaş sanat sergilemek istiyor ancak Türkiye’de çağdaş sanatın tanımı belirli değil. Dolayısıyla nasıl devam edilebileceği tam bir muamma. Bu noktada, bir nevi galerinin sponsoru olarak bar devreye giriyor ve gerçekleştirmek istediği galeri programının finansörü oluyor. Böylece Ankara’da fanus gibi bir alan oluşuyor. Kenan Evren’in dönemi, içe kapanıklıklar, tedirginlikler… Sokaklarda olmaktan çekinilen, korkulan bir dönem. Bu yüzden Siyah Beyaz adeta bir vaha konumunda ki kapısının dışındaki zilde isim de yazmıyor. Siyasi koşullardan dolayı hiçbir işaret yok. Faruk Sade, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) mezunu, arkadaşları da öyle. Zaten 1980’lerde tüm gazeteciler, akademisyenler ve sanatçılar hala Ankara’da. Bar, tüm bu insanların sosyalleşmesini sağlayan bir buluşma noktası ve bardan gelen tüm gelir galeri kısmında kullanılıyor. 30 yıllık serüvende ilk günden bu güne değin beraber olduğumuz sanatçılar var. Ayrıca kendi dönemimin sanatçılarıyla da çalışmaya devam ediyorum. O nedenle Siyah Beyaz’ın farklı kuşakları bir arada tutan homojen bir yapısı olduğunu söyleyebilirim.
Ankara’da çağdaş sanat üretimi, sergilenmesi ve koleksiyonerliği nasıl bir seyir izliyor?
Galeri olarak, yerel düşünmüyoruz çünkü bu durum oldukça kısıtlayıcı bir şey. Yaptığınız işte iyiyseniz, o her yerde duyulur, hangi şehirde olduğunuzun önemi yok. Siyah Beyaz 32 yıldır Ankara’da çağdaş sanat sergiliyor, bu demek oluyor ki Ankara çağdaş sanatı bir şekilde destekliyor. Öte yandan Bilkent Üniversitesi’nin de Ankara’da açılmış olması, ilk özel üniversite olması ve beraberinde getirdiği özgürlük ortamı bakımından çok önemli. Şimdi artık çok fazla özel üniversite var, ancak 1984’te Bilkent’in Ankara’da açılmış olması ve Erdağ Aksel’in kurduğu güzel sanatlar, tasarım ve mimarlık fakültesi sanat ortamına ciddi bir destekte bulunmuştu. Aynı şekilde Hacettepe’nin güzel sanatlar fakültesini de unutmamak lazım. Koleksiyonerliğe baktığımızda ise Ankara’nın koleksiyonerinden ayrı bir model olarak bahsedebilirim. Koleksiyoner olarak bilinmeyen, kendini bu şekilde tanımlamayan, fakat çok kapsamlı koleksiyonları olan insanlar var.
Ahmet Ogut, ljubljana ekspresi:10 yillik mesafe, 2014
İkinci kuşak genç bir galerici olarak Türkiye’de çağdaş sanatın geleceğini nasıl görüyorsun?
Türkiye’de çağdaş sanat alanında ciddi bir üretim var ve buna “yeni kan” diyebiliriz. Sebebi oldukça basit aslında; Avrupa ülkelerinin genelinde geçmişten gelen plastik sanat literatürü var. Oysa Türkiye’nin süreci karma olarak şekillendi ve bu durum bilinçli veya bilinçsiz yeniliklere açık, farklı bir algıyı oluşturdu. Ayrıca 2000’li yıllardan sonra özellikle İstanbul’da açılan galeriler, uluslararası platformlarda görünürlük kazanan sanatçılar, bu yıl 10. yılını kutlayan Contemporary İstanbul gibi kemikleşen fuar etkinlikleri ve müzeler ile ivme kazanan bir grafik de söz konusu. Deyim yerindeyse ‘kendinden sıkılmış olan’ Avrupa çağdaş sanatı, farklı etnik-kültürel yapıların çağdaş ile buluşmasını görmekten heyecan duyuyor ve böylece sınırlar genişliyor. O nedenle işlev ve içerik tartışmaları bir yana, Türkiye’de olumlu anlamda giderek büyüyen ve kendi alanını yaratan bir çağdaş sanat olgusundan bahsetmek mümkün.
Husamettin Kocan, pencere, 2015
Canan Gezici festival 20.yil sergisi,2014